Ben de bir iletişim fakültesi mezunu / iletişimci olduğum için midir bilmiyorum ama iletişim fakültesi mezunları, onların sektörde yaşadığı sıkıntılar ve bu disiplinden gelenlerin karşı karşıya kaldığı durumlar hep ilgimi çekmiştir. Peki bu yazıya neden “iletişimci mezun olmuş ya nasip demiş” başlığını attım dersiniz? Gelin birlikte bakalım!

Kimi olumsuz durumlar ile bende karşılaştığım için, bu konularda sürekli bir fikir üretme ihtiyacı duyuyorum. Hatta sırf bu yüzden Galatasaray Üniversitesi’ndeki yüksek lisansım sırasında, sektör profesyonelleriyle derinlemesine görüşmeler yapıp, sektörün gözüyle iletişim fakültesi mezunlarını irdelediğim bir araştırma projesi hazırlamıştım.

Bizler biraz deli doluyuzdur. Yaratıcı tarafımız gelişmiştir. Halk ağzıyla “biraz yırtık”, daha kurumsal deyiş ile “kanalları açmış, çevreyi iyi analiz eden” kişiliklerizdir. Tabi bütün bunlar bu disiplinden çıkanların hepsinin böyle olduğu anlamına gelmez. Ancak iletişimcilerden beklenen bu işin akademik tarafını almak, öğrenmek üzere bu alana yönelenlerin, aynı zamanda kişilik olarak da iletişim yönlerinin gelişmiş kişiler olmasıdır.

Peki, iletişim fakültesi mezunları neden sektörde beklenenden daha az yer alırlar? Neden çağrı merkezinde, bir bankanın gişesinde ya da satış pazarlama işlerinde çalışırlar? Neden iletişim yönetimi ve planlaması görevlerinde kendilerine daha az yer bulurlar?

İletişimcilerin Neyi Eksik?

İşte ben hep bu soruları irdelerim aslında… Yaptığım sektörel araştırma ve sektörün önde gelenleriyle bir araya geldiğim görüşmelerde, çıkan sonuç düşündürücüdür. İletişim fakültesi mezunlarının donanım eksiklikleri telaffuz edilir.

Sektör; daha vizyoner, kendini geliştirmiş, yabancı dil bilen, teknoloji kullanan, sosyal iletişim yönü kuvvetli, kendini iyi ifade eden, ekonomi bilen kısacası daha üst çizgilerden iletişimci ile ilgili bir ihtiyaca sahip. Hal böyle olunca, özellikle devlet üniversitelerinde iletişim eğitimi alan öğrenciler bu ideal profile uzak kalabiliyor.

Niye Buraya Geldiniz?

İlk sınıfta dersime giren Ünsal Oskay Hocam, bize daha okulun ilk gününde, hem de ilk derste bize “niye buraya geldiniz?” diye çıkışmıştı. Biz de acaba yanlış sınıfa mı geldik, başka yerde miydi ders diye düşünürken Ünsal Hoca şöyle demişti:

“İletişimi ben mi size öğreteceğim? Gidin, Taksim meydanına, Kadıköy rıhtımına, Bakırköy meydanına gidin. Orada bakın, annesi çocuğuna nasıl davranıyor, kocası eşine, eşi kocasına nasıl davranıyor… İşte iletişim oradadır. Gözünüz hep açık olsun. Bu ilişkileri kavramaktır iletişim…”

İşte Ünsal Hoca’nın bize okulun daha ilk günü verdiği anlamlı ders buydu… Bizim okul devamsızlık açısından biraz rahattı. Bu durumu da şimdi daha iyi anlıyorum. Esas gelişim, sektör ile entegre olmaktan ve sürekli mesleki gelişim ile paralel gitmekten geliyor.

Kendi dönemimi hatırladığımda, birçok iletişim öğrencisi daha 2. sınıftan kanallarda, prodüksiyon şirketlerinde, ajanslarda gönüllü çalışmalar ile kendilerini sektöre kabul ettirmenin derdine düşmüştü. Şimdi, o zamanlar ne kadar doğru bir yaklaşım içinde olduklarını daha iyi anlıyorum. Yine bir arkadaşım, “İş zamanı iş, eğitim zamanı eğitim, şu an okul devam ediyor, iş hayatı kaçmıyor” derdi. Bu da belki kendi içinde doğru bir yaklaşım olabilir. Ancak ben kişisel olarak iletişim alanının, katı bir şekilde okul zamanı okul denilebilecek bir disiplin olmadığını şu an daha iyi anlıyorum.

Diyeceksiniz ki, her şey öğrencide mi bitiyor? Sektörün hiç mi günahı yok? Bu sektör değil mi ki, öğrenci 1-2 yıl ücretsiz çalışıp, biraz telif istediğinde sen git aşağı sınıflar gelsin diyen? Bu konuda eski dekanımız ve iletişim duayeni olan Alaaddin Asna hoca şöyle demişti;

“Biz iletişim yöneticileri yetiştiriyoruz, sektöre kameraman ya da daha farklı tedarikleri yapacak elaman statüsünde sektör çalışanlarını değil.”

İletişimci Mezun Olmuş Ya Nasip Demiş!

Alaaddin Asna Hoca durumu belki çok güzel tarif etmişti. Ama düşünüyorum da bu söz daha çok bir temenni niteliğinde… Yani akademisyenler olaya farklı bakabilir, ancak takip ettiğim kadarıyla olayın sektörel boyutu biraz farklı. Yine de kendini geliştirmiş, kalifiye olma özelliklerini arttırmış, sektörde çok iyi noktalardan kendine yol açabilmiş, çok genç ve başarılı arkadaşlarım olduğunu da görüyorum. Ama bunlar genel tabloyu değiştirmeye yetmiyor.

Çuvaldızı ben bir iletişimci olarak kendime batırıyorum. İğneyi batıracağım yer ise iletişim sektörünün ta kendisidir.  Tıpkı öğrencilerin nasıl daha kalifiye hale gelebileceklerini araştırması ve çabalaması gibi sektör de istihdam anlayışı noktasında gelişim göstermeli.

Hem sektör, hem öğrenci tarafındaki bilincin gelişimi ile iletişim pozisyonlarında hak sahiplerinin yer alması en temel isteğim. Ama şu anki tabloya bakarsanız, kişisel düşüncem, öğrenciler mezun olduklarına pişman olur hale geliyorlar neredeyse… Öyle ki, hangi alanda iş bulursa o alanda mecburen var olma çabası veriyor.

Medyanın, iletişimin kalbi İstanbul diyerek, taşradan buraya gelen öğrenci zaten evi barkı, kurulu düzeni olmadığından ne maaş alacak da, ideal olarak gördüğü İstanbul’da kariyer planlaması yapacak? Ben kendi başımdan da geçen bu sıkıntıları hala sorguluyor ve cevap olabilecek noktaları hala düşünüyorum. Fakat durup durup bu duruma bire bir uyan şu trajikomik lafı söylemeden edemiyorum, İletişimci mezun olmuş ya nasip demiş…


💡 Branding Türkiye’nin Prodüksiyon Sponsoru Belli Oldu

Bülten Aboneliğinizi Aktifleştirin

Güncel makaleler, sektörel haberler ve ücretsiz etkinlikler için mail listemize abone olun.

Abone olduğunuz için teşekkür ederiz.

Bir şeyler yanlış gitti.