Tüketimin, üretimden fazla olduğu ülkelerde her alanda yozlaşma başlar. Öte yandan toplum olma bilinci yok olduğunda sosyal medya ile avunulur. Peki ama sosyal medyanın sosyal meydanı öldürdüğünü ne zaman fark edeceğiz. İşte tüm gerçekliğiyle, hepimizin rol aldığı bir sosyal medya trajedisi!

İnsanların yediden yetmişe makineleştiği bir yüz yılın içerisindeyiz. Bu arada insan türü, Sanayi Devriminden beri hiç bu kadar çaresiz duruma düşmemişti. Ne demek istediğimi birazdan detaylı bir şekilde anlatacağım. Ama başlarken şunu belirteyim, eğer birazdan anlatacaklarımı birkaç kelimeyle özetlemem gerekseydi buna bir sosyal medya trajedisi derdim.

Evet, artık başlayabiliriz.

Yozlaşma Kültür Halini Aldı

Edebiyat yozlaştı, müzik yozlaştı, tiyatro, şiir, sinema, sahne sanatları yozlaştı. Spor yozlaştı. Eğitim yozlaştı. Yeme-içme kültürü yozlaştı. Moda yozlaştı. Alfabe, dil, örf, duygularımız, ahlak, toplum olma bilinci, kızgınlıklarımız, hassasiyetlerimiz, dini ritüeller yozlaştı. Siyaset yozlaştı. Ticaret yozlaştı. Ekonomi yozlaştı. Bilim yozlaştı…

Kısacası saymakla bitmeyecek olan ve bizi biz yahut toplumu toplum yapan duygu, düşünce, kavram ve davranış biçimlerinde aşırı bir yozlaşma var. Hatta bu öyle bir hal aldı ki yozlaşma bir kültür halini aldı desek yanlış olmaz.

Bu arada bana göre sektörleşen her şey yozlaşır. 

Öte yandan yozlaşma sadece Türkiye’de var sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bilhassa Rusya’da, Türkistan coğrafyasında bulunan Türk Cumhuriyetleri’nde, Balkan ülkelerinde ve Ortadoğu ülkelerinde, hemen her alandaki yozlaşma ciddi bir hale büründü. Orta Avrupa ve Amerika ise; Rönesans, Reform ve Coğrafi Keşifler döneminde kendi iç dejenerasyonunu onarmış diğer bir ifadeyle tamamlanmıştır. Biz mahvolduk sıra sizde mantığı ile Ortadoğu ve Afrika coğrafyasını sömürmeye başlayan Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere, İspanya vs. gibi ülkeler, bugün farklı bir yöntemle ama aynı hissiyatla bu sömürü politikasını sürdürmektedir.

Tüketimle Gelen Yozlaşma

Birkaç paragraf önce değindiğim yozlaşma zincirine sebep olan yegâne unsur “tüketimdir. Bu zihniyete göre tüketimi vurgulamak veya özendirmek için herhangi bir sınır yok.

Onlar için;

  • Her yaş grubu potansiyel bir “tüketici”dir.
  • Her coğrafi bölge potansiyel bir “pazar”dır.
  • Her inanç veya her etnik unsur kullanılacak bir “işgücü”dür.

Mesela ergenlik çağındaki gençleri veya ergenlik öncesi dönemini yaşayan çocukları, onların dengi olan bir “ünlü(!)” ile etkiliyorlar. Artık çizgi filmler ile propaganda yapma çağı kapandı şimdi direkt olarak sömürecekleri kitleye uygun bir rol model meydana getirip onun vasıtasıyla amaçlarını gerçekleştiriyorlar.

Kısacası fantastik kahramanlar üretip, romanlar yazıp, sinema filmleri çekip, Youtube kanalı açıp toplumun her katmanı için ayrı bir yozlaşma harekâtına girişiyorlar. Bunları organize eden grubun amacı insanlarda bir tüketim alışkanlığı oluşturmaktır. Büyük oranda da başarılı oldular.

Üretmeyi yorgunluk sayan ve duygusal açıdan android cihazlardan farksız bir “şey” halini alan insanoğlunun, gidişatı sahiden de çok korkutucu.

Sosyal Medya Gerçeği

Son 10 – 12 yıldır sosyal medya denilen bir fenomenin esareti altındayız. 2004’ten bugüne an be an gelişen bir kültür olan sosyal medya, bugün bilgi, haber alma, eğlence, şikayet, pazarlama, satış, reklam ya da iletişim platformu olmaktan çıkmış, ülkelerin politikalarına yön verir hale gelmiştir.

Sosyal Medya Bağımlılığı

Bu arada sosyal medyanın öğesi olan sosyal ağlar, her geçen gün gelişimini sürdürmektedir.

Youtube, Blogger ve Linkedin ağları ile başlayan süreç bugün başta Facebook ve Twitter olmak üzere Pinterest, Tumblr, Foursquare, İnstagram, Vine, Google Plus ve Periscope’u da yanına alarak yoluna devam etmektedir. Bu mecraların ortak gayesi ekonomik kâr gibi gözükse de bu mecraların toplumların siyasi ve sosyal değerlerini değiştirmeye yönelik de bir amaçları da vardır.

“Her şeyi tüketen insan özgür insandır” yalanı yozlaşmayı başlattı…

Örf, gelenek veya kültür, insanı sınırlandıran kavramlardır. Ancak küresel elitlere göre özgür insan istediği her şeyi tüketmeye hakkı olan insan(mış)… İşte, bazıları özgürlüğü bu denli kısıtlıyorlar. Normalde hukuka göre başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadığın müddetçe özgür olabilirsin. Bugünse işler değişti; başkasının özgürlüğüne müdahale edebildiğin derecede özgürsün…

Rehavete Kapılıyoruz

Türkiye Cumhuriyet kurulduğundan bu yana bu toplum genelde “üretmemek” nedeniyle ekonomik krizler ve sosyal problemler yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasındaki ana sorun da buydu. Sanırım bu durumu özetleyen en güzel sözcük “rehavet” Evet biz toplum olarak çok çabuk rehavete kapılıyoruz. Bu da üretim mekanizmasının bir disiplin haline gelmesini engelliyor.

Üretmeyi bırakıp dışa bağımlı olduğumuz için diğer bir ifadeyle başkasından medet umduğumuz için bu zamana dek daima kaybettik.

Hazıra dağ dayanmaz diye bir söz vardır. Sürekli tüketim, gün gelir kitlesel bir iflas yaşanmasına sebep olur. Soyutlaştırmak gerekirse an gelir birbirimizi yemeye başlarız. Tıpkı Büyük Türk İmparatoru Cengiz Han’ın, Çin’i ablukaya aldığı aylarda Çin halkının açlıktan birbirini yemeye başlaması gibi…

Parantez Açmak İstiyorum

Tam burada ufak bir parantez açmak istiyorum. Klasik ifadelerle meseleyi geçiştirmeyi sevmediğim için konuyu derinlemesine işliyorum. Ancak yanlış anlaşılmak istemem. Kapitalist anlayışı benimsediğim veya tek tip bir düzen istediğim zannedilmesin. Benim söylemek istediğim şey şu; yerli tüketimi teşvik etmekle birlikte üretmeye de gayret edelim. Hatta ve hatta üretimi özendirelim, teşvik edelim. Bunu yaparken üretimi eşit bir zeminde paylaştırmak da önemlidir. Aksi halde üretimin tekelleşmesinden kaynaklanan bambaşka bir kriz yaşanır. Ve asla böyle bir şey olsun istemeyiz.

Sosyal Medyayı Etkin Kullanmak

Facebook’da sabah 5’e kadar vakit harcayarak halkı kurtaracağını zannedenler, kimin ürettiği belli olmayan asılsız içerikleri savunarak aydınlanacağını umanlar, editörden geçmeyen ve kaynakçası eksik yazıları okuyarak bilge olduğuna inananlar üzgünüm ki yanılıyor. Tüm bunlar zaman tuzağıdır. Bunlarla bir yere varmak mümkün değildir.

Sosyal medya bugünlerde bir paylaşım, bilgi ve eğlence platformu olmaktan çıkıp, tüketimin devamlılığını sağlayan, kimin daha fazla boş vakti olduğunu kayıt altına alan ve insanlara tembellik aşılayan bir podyuma dönüşmüştür.

Sosyal medya aracılığıyla anlık olarak nerede olduğumuzu paylaşıyoruz, kiminle nerede nasıl ve niçin vakit geçirdiğimizi fotoğraflarlar ve videolarla anlatıyoruz. İnançlara, insanlara, toplumlara, devletlere, hükümetlere, siyasi partilere, derneklere, vakıflara, sanatçılara, yazarlara, şairlere, tarihe, kültüre, sanata, edebiyata, matematiğe, kurumlara, markalara, aileye, kadına, erkeğe, çocuğa, gence, yaşlıya kısacası tüm kurumlara ve 7’den 70’e herkese canımızın istediği gibi davranabiliyoruz. Çünkü biliyoruz ki sosyal medyada özgürüz(!) ve sanıyoruz ki sosyal medyada kesinlikle bir kısıtlama, yasak veya bir ayıp söz konusu olmamalı(!)

Ancak burada şu dipnotu paylaşmak isterim, tüm bunların sosyal medyayı etkin kullanmakla hiçbir ilgisi yok.

Sosyal Hayat

Sosyal Medya Sosyal Meydanı Öldürdü

Artık her şeyi sosyal medya odağında yapmak istiyoruz. Facebook veya Twitter’da paylaşılan bir böreği like ederek karnımız doysa eminim bundan bile memnun olacağız. Yani yapay zekadan korkuyoruz ama ruh itibariyle çoktan android olduk!

Lafın kısası; sosyal medya, sosyal meydanı öldürdü

Parklarda gezmek, mahallemizde vakit geçirmek, komşularımızla oturup kalkmak ihtiyaç olmaktan ve olağanlıktan çıktı. Tüm bunlar lüks olmaya başladı. Lüksün tarifi bu denli değişmişse bence daha oturup bir kez daha düşünmemiz gerekiyor.

Hala gelişmekte olan ülkeler safındayız.

Mesela ikinci dünya savaşına girip mahvolan Almanya 20 senede kendini nasıl toparladı diye merak etmiyoruz. Atom bombasıyla yerle bir olan Japonya nasıl oldu da bugün dünya devletlerine kafa tutar hale geldi diye sormuyoruz.

En kötüsü de biz Çanakkale’de tarih yazmamıza rağmen niçin hala emekliyoruz diye düşünmüyoruz. Evet sahiden de nasıl olur da bize topal muamelesi yapılmasına göz yumuyoruz?

Gelin bunu hep birlikte düşünelim…

İşte Bunlar Hep “Bir Sosyal Medya Trajedisi”

Vaktinizi nerede ne şekilde öldürdüğümüzü eğer cesaretiniz varsa bir kâğıda yazın. Tükettiğimiz ölçüde üretiyor musunuz? Durun bunu herhangi bir yere yazmanıza gerek yok vicdanınıza sormanız yeter…

Şimdi önünüzdeki deftere yazmaya devam edin mesela toplumdaki herhangi bir kötü durum veya olaya Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya aracılığıyla yaptığımız paylaşımlar dışında bir şeyler yapıyor muyuz? Kısacası sorunları düzeltmek için gerçekten çaba sarf ediyor muyuz?

Şimdi defteri bir kenara koyup ardından bir aynanın karşısına geçin ve gözlerinize bakarak bunları kendinize sorun. Sonra yine gözlerinizin içine bakarak bütün bunlara yanıt verin. Durun daha bitmedi. Kendinizi sorgulamaya devam edin;

“Söylesenize yeterince özgür müsünüz?”

Yahut şöyle sorayım;

“Yeterince özgür müyüz?

Kararlarımız bir başkasının güdümünde mi?

Peki ne kadar sosyaliz?

Klavyedeki tuşların sayısınca mı?

Yoksa

Okuduğumuz kitaplar tutarında mı?

Bilmiyorum tüm bunları okuyunca ne düşündünüz… Acaba hep birlikte sosyal medyayı biraz abarttık mı? Belki de bunlar nedeniyle hepimiz bir sosyal medya trajedisi içindeyizdir. Bana biraz öyle geliyor ama bir de size sormak istedim işte…

Bülten Aboneliğinizi Aktifleştirin

Güncel makaleler, sektörel haberler ve ücretsiz etkinlikler için mail listemize abone olun.

Abone olduğunuz için teşekkür ederiz.

Bir şeyler yanlış gitti.